Urfalı Ronaldinho Selim Kaya!

Medyascope’den Volkan Yolcu imzasıyla çıkan köşe yazısında atçılık sektörünün başlı başına bir fenomeni olan usta jokey Selim Kaya’nın yaşam felsefesi ‘Deli Selim’ başlığı altında irdelendi.
Yolcu’nun o yazısı;
gören bizi sanır deli – hay hay
‘uslu’dan yeğdir delimiz – eyvallah
Şair-i Halvetî Mehmed Muhyiddin
Mustafa Kemal’in “at yarışları modern toplumlar için sosyal bir ihtiyaçtır” sözü TJK’nın tüm hipodromlarında baş köşede yazılıdır. “Modern” artık anlamını yitirdiği, yerine başka kelimeler geçtiği için ufak bir eklemeyle hâlâ geçerliliğini koruyan bir tespittir bu. Modern kelimesinden sonra (ya da modern kelimesinin yerine) “Kapitalist” konursa, bugünkü anlamına erişir, gerçekten at yarışlarının modern Kapitalist toplumlar için sosyal (sosyo-ekonomik) bir ihtiyaç olduğu tartışmasızdır.
Adana Anadolu Lisesi’nde okurken at sahibi bir ailenin çocuğu olan sıra arkadaşım ile başlayan ilgim, bir gün Türkiye Jokey Kulübü’ne bir yazılım yapmak tutkusu ile birleştiği için, yaklaşık 35 yıldır camiayı takip ediyorum.
En iyi jokeyler sıralamasında en üstte yer alan isimlere şöyle bir bakarsanız, her birinin jokeyliğinden bağımsız, ayrı bir özelliği ile hafızalara kazındığını görürsünüz. Hepsini saymak mümkün değil fakat örneğin Halis KARATAŞ beyefendiliği ile, Sadettin BOYRAZ güzel Türkçesi ile bilinir.
“Selim KAYA’yı tek kelimeyle tanımla” deseler, çeyrek yüzyıldır Selim’i bilen biri olarak hiç duraksamadan “delidir” derim. Buna itiraz edenler de “hayır deli değildir” demez, en fazla “hayır, Selim’in birinci özelliği çok şey bilmesidir, ikinci özelliği deliliğidir” der.

Urfalı Ronaldinho
Hep Brezilyalı futbolcuların nasıl acılar, yokluklar içinde keşfedildiklerini, sonra nasıl çalışıp yükseldiklerini duyduk, okuduk. Oysa bu topraklarda bunun daha zorunu başaran birisidir Selim ama at yarışlarının futbol kadar takipçisi olmadığı için daha az gündeme gelir.
26 kardeştirler. 11 yaşında at bakmaya başlar. Zorluklar çeker, ahır temizler, seyis yamaklığı yapar. Sonra aprantilik, sonra jokeylik, sonra şöhret ve servet (gerçi ona buna dağıtmaktan, her sıkıntısı olana yardım etmekten geride kalana servet denir mi, orası da tartışılır.) Kardeşlerine de bu yolu açar ve Selim, Ömer ve Mehmet kardeşlerin üçü de Gazi Koşusu kazanarak kırılması zor bir rekora imza atarlar. Değil Türkiye’deki, dünyadaki tüm jokeylerin hayalini gerçekleştirir, 60.000 kişi önünde Dubai Meydan Hipodromu’nda at biner, yarış kazanır hem de Frankie DETTORI gibi efsane bir jokeyi geçerek (ama 1 kilo fazlasını yarıştan sadece 1 saat önce vererek, ucu ucuna, kızarız böylesi bir şansı nasıl böyle risk ettiğini duyunca fakat “deli, ama bizim evin delisi”dir işte.)
Mont, çizme, kask, kefen
Kendi deyimiyle “her yarıştan önce kefenini giyip” biner ata.
Doğrudur, çok riskli meslektir jokeylik, bunu da Diyarbakır’da at binerken ölen abisi Ali ve bir başka yarışta attan düştüğü için kaybettiği kardeşi Ömer nedeniyle en iyi bilen isimlerden biridir. Sonra diğer kardeşi Ramazan vefat eder. Kendisi de kafa kırıklarıyla, travmalarla, 3 gün süren komalarla tanışır.
Kardeşlerinin yanında, can dostları, her biriyle duygusal bağ kurduğu atlara da içi yanar zaman zaman. “KAFKASLI’yı koşturmayın” der, inadına koştururlar. Pistte yığılıp kalır büyük efsane KAFKASLI. Kendi akrabası olan at sahibi için açıklama yapar “Ne yazık ki atlar sahiplerini seçemiyor”.
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında, Scope Medya Ticaret Pazarlama A.Ş.’ye (“Medyascope”) sağlamış olduğum adım, soyadım ve e-posta adresimin; bilgilendirme, pazarlama, iş ve ürün geliştirme, reklam, ürün teklifleri, promosyonlar, kampanyalar, memnuniyet değerlendirme çalışmaları ve duyuruların iletilmesi amaçlarıyla işlenmesine; yurt içi ve yurt dışında yapılacak işin gereğince aktarılmasına ve bu işlenme amaçlarıyla uygun süre zarfında fiziksel veya elektronik ortamda güvenli bir şekilde saklanmasına, ayrıca şirketinizin yasal yükümlülükleri kapsamında ilgili kurum ve kuruluşlarla paylaşılabileceğine peşinen izin verdiğimi kabul ederim.Hemen abone ol
Bazen birdenbire küser, köşesine çekilir. En formda olduğu, çok yüksek geliri olduğu dönemlerde aniden bırakır at binmeyi. Yine de camianın takibindedir, her açıklaması ile gündem yaratır.
İlkokul terk entelektüel
Sıralama kişiye göre değişse de, Selim’in deliliği yanında diğer tartışılmaz özelliği (İstanbul’a jokey olmak için kaçıp gelinceye kadar sadece çobanlık yapmış bu delikanlının) “toplam 6 ay” olan okul eğitimine rağmen bir “entelektüel” olduğudur. Entelektüel (eski dilde “münevver”) dediğin zaten bilim, din, sanat, doğa, spor, felsefe, müzik, kısaca hayatın her alanında önüne çıkan her bilgiyi doymak bilmeden yutan, bu bilgileri süzen ve bu karışımdan nitelikli bir sentez çıkaran kişidir. Akademik kariyer ise, olursa yolunu açmakla birlikte, bir entelektüel için olmazsa olmaz bir şart değildir.

Ben akıl hastanesi manasında kullanılan “tımarhane”nin akıl hastalarına faydalı bir terapi olduğu için at tımarlamaya götürülmelerinden türediğini de Selim’den öğrendim, Siverek (aslı “Süverek”dir ya bızım mıllet “Siverek” der) şivesi ile Suruç şivesini birbirinden ayırt etmeyi de. “Bir şeyi az evvel bilmiyor olmakla az sonra biliyor olmak arasındaki geçişte metafizik bir şey vardır, ilahi bir boyut vardır, bu ‘cezbe’ye kapılan insan artık öğrenmeden duramaz” yazmıştım yıllar önce. Selim’in “marazı” budur işte, öğrenmeden, sormadan, deşelemeden duramaz.
Kamçısız şövalye
Buraya kadar Selim hakkında yazdıklarım entelektüelin bilmek, öğrenmek, dağarcığına katmak aşkı ile ilgili şeyler. Ama Edward SAID’in alanında referans eser kabul edilen “Entelektüel” kitabındaki kıstaslar olan “gelenek ve değerlerin ikiyüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir eden” ve “Profesyonelleşmenin baskısı giderek artarken, amatör kalıp alanında yoksullar, yok sayılanlar, güçsüzler adına kendi görüşünü ve tavrını temsil etmekte ısrar eden kişi” boşluklarını doldurmazsanız, kendisinden başkasına faydası olmayan bir “tatlı su entelektüeli” çıkar ortaya, o kadar. Selim’i gerçek bir entelektüel yapan da üzerine jokey montu gibi oturan Edward SAID’in bu tanımlamasıdır.
Bir gün aniden “artık yarışlarda kamçı kullanmayacağım” dediğinde “a haaa, tam delirdi, belliydi zaten” diyenler de oldu, “olmaz öyle şey, yapsın da görelim” diyenler de.
Yaptı. Hem de diğer tüm atların kamçı yemesine rağmen bindiği atı kamçı vurmadan birinci yaptı, elinde tutması zorunlu olan kamçıyı yarış bittiği an yere attı, birincilik kutlaması olarak, ceza yedi bu hareketi yüzünden. Ama yaptı.
Kardeşleri ile kendi aralarında Kürtçe konuştukları için önce uyarı aldı, sonra gözaltına alındı. Hipodromlardaki ayrımcılığı dillendirdi, çok ses getirdi açıklamaları.
Padoktan çıkıp pist alanına adım attıktan sonra artık mecbur olmadıkça attan inilmez, pist görevlileri dışında hiç kimseyle gözle dahi etkileşim kurulmaz, jokeyler bile kendi aralarında konuşmaktan imtina ederler. Bir nevi podyumdasındır artık, “formel durum”a geçilmiştir. Ama Selim’in pist kenarındaki korkuluklara yanaşıp attan inerek küçük bir çocuğun ağlamasını susturduğunu görürsünüz.
Neredeyse tüm sülalesi (ya jokey, ya at sahibi, ya seyis) atçıdır. Ama bir başka at sahibinin atı (örneğin TAMERİNOĞLU ile) ailesinin sahibi olduğu atları (örneğin YAVUZCA’yı) tereddütsüz geçer, kimse Selim’in o koşularda (böyle yüzlerce koşusu vardır) kasten zayıf süreceğini düşünmez, ne diğer atın sahibi ne de yarışsever.
Jokeyliğe geçen bir genç aprantinin (tam da belli sayıda yarış kazanıp jokey olma sınırını aştığı yarıştan sonra) boynuna sarılıp “abi ben bırakacaktım, bir yarıştan sonra geldin tebrik ettin, bugün bu yerdeysem senin sayende” demesi kaç kişiye nasip olur ki? Zaten asıl mesele ülkenin en çok tanınan, tercih edilen jokeylerinden biriyken, o gün o apranti “çocuğun” neredeyse bırakacak olduğunu sezip yanına gitmektir, onu atlamamaktır.
Spikerin “Bugün Selim KAYA uzun bir aradan sonra at binecek, Adana Hipodromu onu görmek için gelenlerle hıncahınç dolu” dediği kişidir, kaç jokeye nasip olur ki böyle bir anons?
Selim’e “Türkiye’nin en iyi jokeyi kim” diye sorulduğunda “ya bu sorulur mu, bunun tartışılacak tarafı mı var, tabi ki Halis KARATAŞ” der. Ama büyük çoğunluğun en iyi faal jokey olduğunda hemfikir olduğu o Halis KARATAŞ’a “en iyi jokey kim” dendiğinde tereddütsüz “Selim” der.
“En iyi faal jokey” konusunda Halis KARATAŞ üzerinde varılan konsensüs, konu “en sevilen jokey” olduğunda Selim üzerinde kurulur. Çevresindekilerin tezahüratları ile padoktan çıkarken her zamanki gibi sağa sola laf yetiştirdiği, espri yaptığı, kahkahalar atılan bir videonun altına yapılan “şuna bak, şu tavırlara bak, gören de Türkiye’nin en sevilen jokeyi zanneder 🙂” yorumu, Selim’in takipçilerinin de kendisi gibi espritüel, zeki, söz ustası kişiler olduğunu ispatlar.
“Uslu”dan yeğdir delimiz
Sözün özü, her alanda, sanatını güzel icra eden ama hafif de “kırık” insanlara ihtiyaç var.
Selim bir röportajında (başından beri bahsettiğim o birikimi olmasa kuramayacağı bir cümleyle) “ben size bir şey söyleyeyim mi, akıllı adam deli adamdır ha” der.
Usluları, akıllıları da başımızın tacı ama, yine de
“Uslu’dan yeğdir delimiz.”
Eyvallah.
(Volkan Yolcu- Medyascope)